Tekrar evlenmek isteyen boşanmış kadınlara yönelik gerekçesiz ve ayrımcı “iddet müddeti”, Sözleşme’ye aykırıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Nurcan Bayraktar v. Türkiye (başvuru no. 27094/20) davasında 27 Haziran 2023 tarihli Daire kararında, oybirliği ile; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinin (özel hayata saygı hakkı) ve 12. maddesiyle (evlenme hakkı) bağlantılı olarak 14. maddesinin (ayrımcılık yasağı) ihlal edildiğine karar vermiştir.
Dava, boşanmış kadınların, tıbbi muayeneden geçerek hamile olmadıklarını kanıtlamadıkları sürece, -eski eşlerinden başka biriyle- yeniden evlenmeden önce 300 günlük bir bekleme süresine uymalarını gerektiren bir yasal yükümlülüğe ilişkindir.
Mahkeme, başvurucuya 300 günlük bekleme süresi dayatmanın ve bu süreyi kısaltmak için başvurucudan bir sağlık raporu ibraz etmesinin talep edilmesinin herhangi acil bir toplumsal ihtiyaca hizmet etmediğine, izlenen meşru amaçlarla orantılı olmadığına ve yeterli ve ilgili gerekçelere dayandırılmadığına karar vermiştir. Bu nedenle, başvurucunun özel hayatına saygı hakkına yönelik bu müdahale, demokratik bir toplumda gerekli değildir.
Mahkeme, ayrıca, boşanmış kadınlara dayatılan bu uygulamanın, doğmamış bir çocuğun nesebi konusundaki belirsizliği önlemek amacıyla müdahaleyi haklı gösteremeyecek bir tür doğrudan ve cinsiyete dayalı ayrımcılık teşkil ettiğine karar vermiştir. Başvurucunun cinsiyeti nedeniyle maruz kaldığı eşit olmayan bu muamele, ne gereklidir ne de objektif olarak haklı bir sebebe dayandırılmıştır.
Dahası, Mahkeme, “nesebin karışmasını” önleme -başka bir deyişle, biyolojik babalığı belirleme- amacının modern bir toplumda eskide kalmış göründüğünü belirtmiştir. Mahkeme, bekleme süresi kuralının amacının, eski eşin bekleme süresi içinde doğan herhangi bir çocukla ilgili babalık karinesini korumak olduğunu kabul etse dahi mevcut hukuk sistemlerinde babalığın tanınması ve belirlenmesi için başka yasal yolların mevcut olduğu düşünüldüğünde ilgili kuralın her halükarda gereksiz olacağına karar vermiştir.
Son olarak Mahkeme, Anayasa Mahkemesi önündeki yargılama süresinin makul olduğuna karar vermiş ve bu sebeple, başvurucunun Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası (makul sürede yargılanma hakkı) altındaki şikayetini açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle reddetmiştir.
Davanın hukuki özetine Mahkeme’nin veritabanı olan HUDOC’tan ulaşılabilir.
Temel olgular
Başvurucu Nurcan Bayraktar, 1973 yılında doğmuş ve halihazırda İzmir’de yaşayan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.
Aralık 2012’de Aile Mahkemesi, başvurucunun ve eşinin boşanmasına karar vermiştir. Yargıtay kararıyla bu karar 21 Ocak 2014’te kesinleşmiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesi uyarınca boşanmış kadınlar, hamile olmadıklarını tıbbi bir muayene ile ispatlamadıkları sürece -eski eşlerinden başka biriyle- yeniden evlenmek için 300 gün beklemek zorundadır. 300 günlük bekleme süresi, boşanmaya ilişkin kararın kesinleştiği tarihten başlar.
Temmuz 2014’te başvurucu, Aile Mahkemesi’ne başvurarak, hamile olmadığının ispatı için tıbbi muayene olmadan, 300 günlük bekleme süresinin bitiminden önce kısaltılmasını talep etmiştir. Ancak Aile Mahkemesi, başvurucunun bir hastaneden hamile olmadığını gösteren bir sağlık raporu almasına karar vermiş ve bunu yapmaması halinde, talebinin usuli gerekçelere dayanılarak reddedileceğini belirtmiştir.
Eylül 2014’te başvurucu, zorunlu kılınan tıbbi muayeneyi olmayı reddetmiş ve başvurucunun talebi, Mahkeme tarafından reddedilmiştir. Bu karar, Yargıtay tarafından onanmıştır. Başvurucu, Ocak 2016’da Türkiye Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuş, bu başvuru, Nisan 2020’de kabul edilemez bulunmuştur.
Şikayetler, usul ve Mahkeme’nin oluşumu
8. maddeye (özel hayata saygı hakkı) dayanan başvurucu, boşanma kararından (kararın kesinleştiği 21 Ocak 2014 tarihinden) itibaren 300 günlük bekleme süresinin bitimini beklemeksizin tekrar evlenebilmek için hamile olup olmadığını gösterecek bir tıbbi muayene zorunluluğundan şikayet etmiştir.
14. maddeyle (ayrımcılık yasağı) birlikte 12. maddeye (evlenme hakkı) dayanan başvurucu, hamile olmadıklarını tıbbi muayene ile ispat etmedikleri sürece, tekrar evlenmek isteyen boşanmış kadınlar için Türkiye’de öngörülen bekleme süresinin cinsiyete dayalı bir ayrımcılık teşkil ettiğini ve bu durumun, kadınların evlenme haklarını ihlal ettiğini belirtmiştir.
6. maddeye (makul sürede yargılanma hakkı) dayanan başvurucu, Anayasa Mahkemesi önündeki yargılama süresinin uzunluğundan şikayet etmiştir.
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 27 Haziran 2020 tarihinde yapılmıştır.
Karar, aşağıda isimleri geçen yedi hakimden oluşan Daire tarafından verilmiştir:
Arnfinn Bårdsen (Norveç), Başkan,
Jovan Ilievski (Kuzey Makedonya),
Pauliine Koskelo (Finlandiya),
Saadet Yüksel (Türkiye),
Lorraine Schembri Orland (Malta),
Frédéric Krenc (Belçika),
Davor Derenčinović (Hırvatistan),
Ve ayrıca Hasan Bakırcı, Bölüm Yazı İşleri Müdürü.
Mahkeme’nin Kararı
Madde 8
Mahkeme, başvurucuya dayatılan bekleme süresi ile başvurucunun bu sürenin kısaltılmasını talep etmesi halinde hamile olmadığını gösteren tıbbi muayene olma zorunluğunun başvurucunun özel hayatına saygı hakkına bir müdahale oluşturduğunu belirtmiştir. Bu müdahale, kanuna (Medeni Kanunu’nun 132. maddesi) uygundur. İhtilaf konusu hükmün izlediği amacın meşruluğuna ilişkin çekincelere sahip olsa da, Mahkeme, söz konusu müdahalenin, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ile kamu düzeninin sağlanması meşru amaçlarını izlediği varsayımına dayanmıştır.
Müdahalenin gerekli olup olmadığı konusunda Mahkeme, Aile Mahkemesi’nin esasen kadının hamile olmadığını gösteren -bekleme süresinden muaf olmak için gerekli olan- sağlık raporunun, doğmamış olası bir çocuğun ve toplumun diğer ilgili üyelerinin çıkarlarının, o çocuğun biyolojik ebeveyninin doğru bir şekilde belirlenmesinde korunması için özel bir öneme sahip olduğuna karar verdiğini gözlemlemiştir. Evliliğe dair mevzuatta belirlenen bekleme süresinin tanımından, yetkililerin böyle bir kural koyarken “nesebin karışmasını” önlemeye çalıştığı görülmektedir.
Yerel makamların iddia ettiği gibi, söz konusu müdahalenin -bekleme süresi ve bu zorunluluktan muaf olunmasını kadının hamile olmaması koşuluna bağlamanın- esas amacı, doğmamış olası bir çocuğun biyolojik ebeveyninin doğru bir şekilde belirlenmesi olsaydı, biyolojik babalığın yasal babalık karinesinden ayrılması gerekirdi.
Çoğu hukuk sisteminde, evlilik içinde doğan bir çocuğun yasal babasının karine olarak eş olarak kabul edildiği doğru ise de çocuğun biyolojik babası, çocuğun evlilik içinde veya evlilik dışında doğmuş olmasına bakılmaksızın, başta DNA testi olmak üzere iddiasını doğrulayan bilimsel bir delil sunması halinde her zaman çocuğu tanıyabilmekte veya çocuk üzerinde babalık iddia edebilmektedir.
Aynı şekilde, Medeni Kanun’un 285. maddesinde, yeni boşanmış bir kadının hamile kalması ve tekrar evlenmeden önce bekleme süresi içerisinde bir çocuk doğurması durumunda, bu durum eski eşe ilişkin babalık karinesinden başka hiçbir sonuca yol açmayacak ve biyolojik babanın belirlenmesini de etkilemeyecektir.
Bu bağlamda, “nesebin karışması”nı önleme, başka bir deyişle biyolojik babayı belirleme amacı, modern bir toplumda eskide kalmış görünmektedir. Dahası, bekleme süresi kuralının amacının, eski eşin bekleme süresi içinde doğan herhangi bir çocukla ilgili babalık karinesini korumak olduğu kabul edilse dahi mevcut hukuk sistemlerinde babalığın tanınması ve belirlenmesi için başka yasal yolların mevcut olduğu düşünüldüğünde ilgili kural her halükarda gereksiz olacaktır.
Üstelik bekleme süresi, yalnızca boşanma kararının kesinleştiği tarihte başlamaktadır ki çoğu durumda eşler, bazen yıllarca sürebilen boşanma davasının başlangıcından itibaren birlikte yaşamamaktadır.
Ayrıca Mahkeme, bir kadının hamile olup olmadığı sorusunun, yakın zamanda boşanmış olup olmamasından bağımsız olarak özel hayatının mahremiyetiyle yakından ilişkili görülmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Mahkeme, boşanmış bir kadının bekleme süresine uymaksızın yeniden evlenebilmesini, hamile olmadığına dair bir sağlık raporu sunması şartına bağlamanın, bu mahremiyeti ihlal ettiğine ve kadının cinsel hayatı da dahil olmak üzere mahrem özel hayatını yetkili makamların incelemesine bıraktığına karar vermiştir. Söz konusu kararda Aile Mahkemesi, davanın başvurucunun özel hayatıyla ilgili yönlerini dikkate almamıştır.
Son olarak Mahkeme, Aile Mahkemesi’nin vardığı sonucun altında yatan ve boşanmış kadınların, başta anne olarak oynayabilecekleri rol ve doğum yapma kapasiteleri olmak üzere kadın biyolojisinin özellikleri nedeniyle, yeniden evlenmeden önce yaşadıkları herhangi bir hamileliği açığa çıkartma görevi ve doğmamış olası bir çocuğun ve diğer ilgili tarafların çıkarlarını korumak adına bir bekleme süresi dezavantajını yüklenmeleri gerektiğine ilişkin ulaşılan varsayımlara karşı endişesini ifade etmiştir. Bu varsayım, kadın cinselliğinin -esasen kadının üreme işlevine bağlı olduğu- geleneksel görüşünü yansıtmış ve onun kendini gerçekleştirmesi için fiziksel ve psikolojik önemini göz ardı etmiştir.
Mahkeme, başvurucunun, başvurduğu yargılama sürecinin tarafı olarak, boşandıktan sonra 300 gün bekleme süresinin kısaltılarak başkasıyla evlenebilmesini, -sadece tıbbi muayene yoluyla elde edilebilen- hamile olmadığını gösteren bir sağlık raporu sunma şartına bağlamanın herhangi bir acil toplumsal ihtiyaca hizmet etmediği, izlenen meşru amaçlarla orantılı olmadığı ya da yerel makamlarca müdahaleyi haklı kılacak yeterli ve ilgili gerekçelere dayandırılmadığına kanaat getirmiştir.
Bu sebeple söz konusu davada, başvurucunun özel hayatına saygı hakkına yönelik müdahale, demokratik bir toplumda gerekli değildir. Dolayısıyla, Sözleşme’nin 8. maddesi ihlal edilmiştir.
Madde 14 ile bağlantılı olarak Madde 12
Mahkeme, boşanmadan sonra herhangi bir bekleme süresi olmaksızın tekrar evlenme konusunda tamamen serbest olan erkeklerin aksine yalnızca kadınların Medeni Kanun’un 132. maddesi uyarınca bekleme süresine tabi tutulduğunu not etmiştir.
Boşanmış kadınlara ihtilaflı bekleme süresinin uygulanabilmesi için nesep tayininin meşru bir amaç teşkil ettiği varsayımından yola çıkarak Mahkeme, cinsiyete dayalı eşit olmayan muamele konusunda taraf devletlere tanınan dar takdir yetkisini dikkate alarak ihtilaflı tedbirin söz konusu amaç ışığında gerekli olup olmadığını belirleme yükümlülüğü altındadır.
Bu bağlamda Mahkeme, boşanmış kadınlara bekleme süresi uygulamanın ve uygulanan bekleme süresinden muaf olmak için yetkili makamlara hamile olmadığını gösteren sağlık raporu sunma şartı sunulmasının anlamsız ve etkisiz olduğuna dair vardığı sonuçlara atıf yapmakla yetinmiştir.
Sonuç olarak Mahkeme, boşanmış kadınlara hamile olabilecekleri gerekçesiyle bekleme süresi dayatma ve bu süreden muafiyeti, kadınların hamile olmadıklarını kanıtlama şartına bağlama uygulamasının cinsiyete dayalı doğrudan ayrımcılık teşkil ettiğine karar vermiştir.
Mahkeme’ye göre, Aile Mahkemesi’nin başvurucunun ilgili davadaki iddiasını reddederken dayandığı ve özellikle kadınların anne olarak potansiyel rolleri ve doğum yapma kapasiteleri nedeniyle topluma karşı bir görevleri olduğu fikri gibi cinsiyetçi klişeler, Mahkeme’nin daha önce belirttiği gibi, Avrupa Konseyi’ne üye Devletlerin başlıca hedeflerinden biri olan gerçek ve somut cinsiyet eşitliğine ulaşmanın önünde ciddi bir engel teşkil etmiştir. Buna ek olarak, yerel makamlar tarafından yapılan bu tür değerlendirmeler, toplumsal cinsiyet eşitliği konularında ilgili uluslararası standartlara da ters düşmektedir.
Mahkeme, boşanmış kadınların olası bir hamilelik nedeniyle, tıbbi muayene yoluyla hamile olmadıklarını kanıtlamadıkları takdirde, yeniden evlenmeden önce 300 günlük bir bekleme süresine uymaları şartının, cinsiyete dayalı doğrudan ayrımcılık teşkil ettiği ve bu ayrımcılığın, doğmamış olası bir çocuğun nesebini belirleme konusundaki belirsizliği önlemek amacıyla haklı kılınamayacağı sonucuna varmıştır. Başvurucunun cinsiyeti nedeniyle maruz kaldığı eşit olmayan muamelenin ne objektif olarak haklı ne de gerekli olduğuna karar verilmiştir. Bu sebeple, Sözleşme’nin 12. maddesi ile bağlantılı olarak 14. maddesi ihlal edilmiştir.
Madde 6
Mahkeme, başvurucunun 22 Ocak 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunduğunu ve Anayasa Mahkemesi’nin 3 Nisan 2020 tarihinde kararını açıkladığını not etmiştir. Söz konusu periyot, dört yıl, iki ay ve 12 gün sürmüştür.
Mahkeme, daha önceki kararlarında 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü halden sonraki dönemde Anayasa Mahkemesi’nin olağandışı ağır bir iş yüküyle karşı karşıya kaldığını belirtmiştir. Mahkeme, söz konusu olağanüstü hal bağlamında yapılan bireysel başvuruların büyük bir kısmının, doğaları gereği, başvurucunun bireysel başvurusuna kıyasla belirli bir önceliği hak etmiş olabileceğini kabul etmiştir.
Mahkeme ayrıca, başvurucunun Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yaptığı sırada 300 günlük bekleme süresinin çoktan dolmuş olduğunu ve bu nedenle, verilecek kararın başvurucunun o aşamadaki özel hayatı üzerinde herhangi bir etkisinin olmayacağını belirtmiştir.
Mahkeme, Anayasa Mahkemesi önündeki yargılamanın, kesinlikle olağandışı bir şekilde uzamasına rağmen, makul süreyi aşan bir uzunlukta olduğunun kabul edilemeyeceği sonucuna varmıştır. Bu nedenle, makul sürede yargılanmaya ilişkin bu şikayet açıkça dayanaktan yoksundur.
Adil tazmin (Madde 41)
Mahkeme, söz konusu davada ihlalin varlığının başvurucu tarafından maruz kalınan manevi zarar bakımından tek başına yeterli bir adil tazmin olduğuna hükmetmiştir. Ayrıca Mahkeme, Türkiye’nin başvurucuya masraf ve giderler için toplam 564.01 Euro ödemesine karar vermiştir.
Ayrık Görüş
Hakim Krenc’in kısmi karşıt görüşü karara eklenmiştir.
Karar yalnızca Fransızca mevcuttur.
Bu basın açıklaması Yazı İşleri Müdürlüğü tarafından hazırlanmış bir belgedir. Mahkeme’yi bağlamamaktadır. Kararlar, hükümler ve Mahkeme hakkında daha fazla bilgi www.echr.coe.int adresinde bulunabilir. Mahkeme’nin basın bültenlerini almak için lütfen buradan abone olun: www.echr.coe.int/RSS/en veya bizi Twitter’da @ECHR CEDH adresinden takip edin.
Basın bağlantıları
echrpress@echr.coe.int | tel: +33 3 90 21 42 08
Gazetecilerin sorularını e-posta yoluyla göndermelerini tavsiye ederiz.
Inci Ertekin (tel.: + 33 3 90 21 55 30)
Tracey Turner-Tretz (tel.: + 33 3 88 41 35 30)
Denis Lambert (tel.: + 33 3 90 21 41 09)
Neil Connolly (tel.: + 33 3 90 21 48 05)
Jane Swift (tel.: + 33 3 88 41 29 04)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlal edildiği iddialarını ele almak üzere 1959 yılında Avrupa Konseyi üyesi devletler tarafından Strazburg’da kurulmuştur.
Çeviren: Av. Benan Molu
Kararın tamamına buradan ulaşabilirsiniz: https://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-225445